YYMD Envanter
YYMD Envanter
Zaman, yaşam ve canlıya ait izler taşıyan kurumlar, insanlar gibi sosyolojik ve toplumsal varlıklardır. Sanattan, bilimden, teknolojiden yaşama dair her gelişmeden etkilenirler. YYMD çatısı altında bulunan birçok kurum gibi Saffet Abdullah ailesi de, kuruluşundan bu güne değin bu etkilere maruz kalmıştır. Bir kurumsal envanter hazırlamamız gerektiğinde sadece eski ve köklü bir kurumun kuşaklar boyu aktarılarak süregelen ticari hikâye ve faaliyetleriyle anlatılamayacak bir süreci, layığıyla nasıl izah edebiliriz diye düşündük. Anladık ki Güllacı ve Saffet Abdullah’ı, marka, şirket, karlılık vb. ifadelerle anlatmak pek mümkün değil. Saffet Abdullah’ı anlatmak, güllacı anlatmaktır. Güllacı anlatmak ise tarihin, mücadelenin, Anadolu Coğrafyasının, göçebe yaşam tarzının, kültür ve yaşamın anlatılmasıdır.
Özenle işlenmiş yüzey çizgileriyle tarihimizde, güllaç tavaları gerek konveks yapısıyla bazen kılıçtan koruyan bir kalkan, bazen ateşteki kızgın pişirme tavası, vb. mutfak ekipmanı olarak kullanılmış doğaçlama bir malzemedir. Değişik tahıl ürünlerinin öğütülerek ıslatılmasıyla elde edilen kıvamlı hamurun. Sıcak tavalara dökülmesiyle de, eski dönem beslenme kültürünün birçok temel gıdası elde edilirdi. Güllaç da bu temeldeki yemek kültürünün içinden çıkarak kuşaktan kuşağa aktarılan deneyim, içgüdü ve ortak yaşam biçiminin bir sembolü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunda yerleşik düzene geçilmeyle bu kültür, özellikle devlet erkanı arasında ve saray mutfağının, mevlit düğün, ziyafet ve bayram kutlamalarında önemli bir sunum olmuştur.
Şirket tarihi kurucu Abdullah efendinin, o dönem saray mutfağının ihtiyaç duyduğu güllaç yufkalarını, Topkapı sarayında, ustası Bekir efendiyle birlikte üretmesiyle başlamıştır. Bekir efendinin kısa süre sonra vefatı neticesi Abdullah Efendi saray mutfağına üretim yapmış, arkasından sur içi Şehremini Büyük saray meydanında Un ve Nişasta değirmenini kurmuş, tepe bağında tarım yaparak oradan elde ettiği buğday ve mısırları değirmeninde işlemiştir. Bu çalışmaların devamı için Abdullah beye, eşi Haşime Hanım büyük destek vermiş farklı alanlardaki bu faaliyetlerin ve güllaç ocaklarının yapımında önemli çaba sarf etmiştir.
Kendi ürettikleri tahıl ve hammadde ile yapılan güllaçları yine aynı adreste saray dışında da üretmeye başlamıştır. Osmanlıda Saray tarafından halka verilen yemek ziyafetleri, yağmalar ve imaretlerdeki sunumlar neticesi, Güllacın giderek daha çok tanınır olması, halkın da beğenisini kazanmasıyla yoğun talep edilmeye başlaması, takriben aynı dönemlere denk gelir.
Abdullah efendi ve Haşime Hanım, diğer üç oğullarının o dönemlerde süregelen Yemen cephesi (1914) ve Çanakkale savaşlarında (1915-16) şehit olmaları nedeniyle yanlarında kalan en küçük oğulları Saffet’i yetiştirerek ustalığı öğretirler. Güllaç üretimi zordur. Temizlik ve her yönüyle itinalı bir emek ister. Güllaç ustası hamurun hazırlanmasından, tavaya dökülmesi, pişirilmesi ve sonrasında uygun ortamda kurutulmasına kadar farklı ve ortam şartlarından fevkalade etkilenen koşullarda meşakkatle çalışır. O dönem bir usta bir gün boyunca sürekli çalışarak en fazla 8-10 okka güllaç yaprağı üretebilirdi. Bu durumun ocak sayısını arttırmak, yeterli sayıda usta yetiştirilerek çözüme kavuşacağını düşünen Saffet Efendi ve bilhassa eşi Güzide Hanım, aynı ve yakın mahallelerde oturan özellikle bayan komşularına güllaç dökme ve ustalığı öğreterek mesleğin yaygınlaşmasına vesile olmuştur. Kadınların iş hayatına katılması, hem aile ekonomisine olumlu katkı yapmış, hem de evin ısınma pişirme ve yemek yapma ihtiyaçları bu şekilde sağlanabilmiştir. Bu durum aslında sosyal bir dayanışmayı ve kültürel paylaşımı beraberinde geliştirmiştir. Ailelerin ve özellikle bayanların bir arada bulunmaları birlikte zaman geçirmeleri, kültürel ve toplumsal paylaşıma katılmalarını sağlayarak özellikle hafta sonlarında beraber piknik, gezi ve sportif faaliyetleri gerçekleştirmelerini teşvik etmiştir. Saffet Abdullah ailesi bu imece usulü ve anonim faaliyetlerin semtlerinde devamı için ön ayak olmuş koordine etmiş ve sadece ekonomik faaliyet değil, bir kültürel katkı görevi de üstlenmiştir.
Saffet Efendi mesleğin devamı için 3. Kuşak olan oğulları ilhan ve Yalçın Arseven ‘i yanına alarak birlikte çalışmaya başlar. Bu esnada Saffet beyin 2 kızı Leman ve Şükran hanımlar da baba ocağında çalışmakta ve ailelerine destek vermektedir. Şehremininde ki üretim dışında, Eminönü –Mısır çarşısı civarı –Tahtakale semtlerinde o yıllardaki büyük istimlak hareketleri sonucu sürekli değişen adreslerinde işlerini sürdürmeye devam ederler. Bu zorunlu istimlak hareketleri şirketin yapısında derin etkilere sebep olur, adres değişiklikleri müşterilerle ilişkide ve faaliyetlerde aksamalara sebep olsa da, şirket 1959 yılında İTO kayıtlarına “Saffet Arseven ve Ortakları “olarak geçer. Aynı misyon ve çalışma kültürünü İlhan Arseven (1932) ve eşi Mediha Arseven ile Yalçın Arseven (1934) ve eşi Müjgan Arseven birlikte sürdürmeye devam ederler. Hanımlar yine geçmiş örneklerinde olduğu gibi faaliyetleri esnasında beylerin en büyük destekçileridir. Bu yıllarda 3. Kuşağın çocukları da iş ortamının içinde olup, bizzat katkı sağlamaktadırlar. Baba ve annelerinin izinde olan 2 kardeş de semtlerinin sosyal yaşamı içinde toplu aktiviteleri teşvik etmekte ve mahalle komşularıyla beraber ailece kamyonetleriyle Florya, Şenlik köy Silivri, Kumburgaz, Selimpaşa, Belgrad ormanları, Kilyos vb. İstanbul’un değişik mekanlarına hafta sonları gezi ve piknik düzenlemeleri yapmaktadırlar. Yalçın ve İlhan beyler semtin adını taşıyan Şehremini Spor kulübü ve birlikte kurdukları “19 Mayıs Spor Kulübü” ile sportif karşılaşmalarda ve Turnuvalarda yer almaktadırlar. Şehremini semti bu sosyal ve kültürel etkinlikleri ve eski bir yerleşim birimi olması nedeniyle birçok sanatçı, sporcu ve devlet adamının yetiştiği bir semt olmuştur.
1950 yılların unutulmaz devlet adamı İstanbul Belediye Başkanlığı ve Valiliği yapmış Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, Adnan Şenses, sporculardan Yılmaz Şen, Küçük Ahmet, Alpaslan Eratlı, Engin Verel, Emre Belözoğlu, Arda Turan bu kültürün havasını solumuş ve yolu bu semtten geçmiş bilindik isimlerdir.
Şirket unvanı 1969 yılında Saffet Kollektif Şti, İlhan Arseven ve Yalçın Arseven olarak tescil edilir. Saffet bey işi 2 oğluna devreder. bu tarihten sonra 3 kuşak işi devralmış olup, toplumun ve ekonomik gelişmelerin paralelinde uyum ve ayakta kalma mücadelesi verirler
İlhan ve Yalçın Arseven’in çocukları, Gürsel ve Erdal Şehremini, saray meydanı kültürünün içinde büyüyüp semtin, spor kulübünde futbol oynamak dahil birçok kültürel aktivitesinde halen aktif 4. kuşaktır. Bu jenerasyonla birlikte, “3 Nesil ve 1 Kültür “ bir arada yoğrulmaktadır. Aynı durum günümüz için 3. 4.ve 5. kuşaklar için de geçerlidir.
Güllaç yaprağı üretimi bir yılın tamamında yapılmaktadır. Fakat tüketiminin sıklıkla ramazan ayında olması, Osmanlı imparatorluğunda askerin iaşe ve ihtiyaçlarıyla yakından ilgilendiği bilinen, Fatih Sultan Mehmet tarafından özellikle ramazan dönemlerinde güllaç tatlısının sahur ve iftarlarda, sindiriminin hafifliği ve tok tutucu özelliği sonucu asker ocağı yeniçeri mutfağında yer almasını öğütlemesi neticesi olmuştur. Yılın sadece 1 ayında yoğun rağbet gören güllaç, diğer aylarda neredeyse ortadan usulca kaybolur ve bu aylarda asla bir ekonomik faaliyete konu olmaz. Üretim için yeterli nakit akışının dengesiz ve yetersiz olması, lojistik ve depolama ihtiyaçlarının artmasına ve her türlü olumsuz ekonomik gelişmeye karşı kurumu kırılgan ve zayıf kılar. Yani ekonomik açıdan, Güllaç üretimi pek de anlamlı değildir. Sabır ve mütevazilikle sürdürülmesi gerekir.
“Tavaya dökülen aslında bir hamur değil, bir tarih, bir mücadele, gelenek ve sanattır.”
“Güllaç zariftir, beyaz, sade ve mütevazidir. Kırılgan değildir. Beklemeyi ve ihtiyacınız olduğunda karşınıza çıkmayı sever.”
Güllaç beyazı hileyi, samimiyetsizliği, ona temas edenlerin niyetini hemen ortaya çıkarır. Ortamın kokusunu, nemini tüm olumsuz şartları hissettirecek kadar narin ve temizdir. Ailede Güllaç, mıcır ateşinde pişirilmeye başlanmadan evvel ocağın köşelerine “pirin hediyesi “olarak birer tutam un, şeker, tuz atılır ve işe öyle başlanır. Güllaç dualı bir tatlıdır üç ihlas, bir Fatiha ile pişer.
O yüzden Güllaç; ailedir, millettir, devlettir, gelenektir, sanattır velhasıl yaşamdır. Ve işte yine bu sebeplerden, Saffet Abdullah’ı salt, eski bir ticari kurum veya faaliyeti anlatır gibi anlatmak mümkün değildir. Güllacı ve Saffet Abdullah’ı anlatmak için onun içinden çıktığı insanları, mahalleyi, geleneksel yaşam biçimini ve toplumu anlatmak ve yaşamak gerekir.
Mütevazidir, karlılık kavramından uzaklarda, yeterlilik, sadelik ve sabır gerektirir.
Bu yüzden, bu envanterde eski bir kurum ve objelerden çok tarihsel bir süreci ve yaşam kültürünü bulacaksınız.
Dr. Gürsel Arseven